Cumartesi, Nisan 20, 2024
Ana SayfaMAGAZİNİlk ve Son seyirciye farklı ne vaat ediyor?

İlk ve Son seyirciye farklı ne vaat ediyor?

İlk ve Son dizisinin başrol oyuncuları Özge Özpirinçci ve Salih Bademci, Ezgi Özcan’ın sorduğu soruları yanıtladı…

BluTV’de yayınlanan Hakan Bonomo’nun yazdığı, Cem Karcı’nın çektiği İlk ve Son dizisinin başrol oyuncuları Özge Özpirinçci ve Salih Bademci Türkiye’nin dizi kültürü dergisi Episode’un kapak konuğu oldu. Jiyan Kızılboğa’nın fotoğrafladığı iki oyuncu Episode editörlerinden Ezgi Özcan’ın sorularını yanıtladı.

Bu aralar nasılsınız? Nasıl hissediyorsunuz? Dünyada ve Türkiye’de olup bitenler, üst üste yaşananlar size neler düşündürüyor, neler hissettiriyor?

Özge: Heyecanlı, endişeli ve umutluyum. Hamileliğimin 6. ayını tamamladım ve hayatımdaki önceliklerin, beni yönlendiren faktörlerin, duygularımı yaşama şekillerimin değiştiğini gözlemliyorum. Kendimi sosyal medyadan biraz uzak tutarak zihnimde kayda girecek bilgi ve görüntülerin kontrolünü sağlamaya çalışıyorum. Zaman zaman öfke ve çaresizlik duygusu ağır basıp kalp ritmimi hızlandırsa da genel anlamda hayatımda ve çevremde denge ve huzur arıyorum ve yaratmaya çalışıyorum. Bazı zamanlarda her şeyin üst üste geldiğini ve bunun altında ezileceğimi hissedince büyük resme bakmaya çalışıyorum ve ne kadar şanslı bir birey olduğumu ve bunun asla hafife alınmayacak bir lütuf olduğunu kendime tekrarlamaya çalışıyorum.

Salih: Bu ara o kadar fazla olayla karşılaşıyoruz ki… Ülke ve dünya gündeminin yoğunluğu zaten bir noktada nefes aldırmıyor. Kendi hislerime odaklanmaya vakit bulamıyorum sanırım bu tablo karşısında. Bunu düşünecek bir aralığım kalmadı. Neye ne hissedeceğimi şaşırmış haldeyim. Kendimle, düşüncelerimle ilgili tahlil yapmam neredeyse imkansızlaştı. İşin daha da kötüsü galiba hissizleşmeye de başladım biraz. Duyarsızlaşmaya başladım ve beni en çok korkutan da bu yani alışmaya başlamak. Umarım her şey biraz daha normalleştiğinde yavaş yavaş duyarlılığımı geri kazanmaya başlayacağım. Bu duygu ve düşüncelerle başa çıkmak kolay değil; dediğim gibi bu, insanda biraz nasırlaşma yaratıyor.

Yaşadıklarımız karşısında diğer insanlar ne düşünüp ne hissediyor sizce? Gözlemlerinizden, şahit olduklarınızdan, sohbetlerinizden bize neler aktarabilirsiniz?

Özge: Genel olarak hissetmeyi unuttuğumuzu gözlemliyorum. Herkesin farklı sebepleri olsa da birbirimize karşı merhametli olmayı unuttuk. Birinin iyiliğini isterken bile onun kalbini kırabiliyoruz. Dilimiz keskinleşirken kalplerimiz sertleşiyor. Bizi mutlu eden şeylerden mahrum kalmanın yanısıra günlük rutinimiz hayatta kalmak üzerine kurulu olmaya başladı. Hayal kurmaktan korkuyoruz, daha doğrusu hayal kırıklığına uğramaktan. Öfkeli ve sevgisiz bir tür olma yolunda ilerliyoruz. Her kuşak, kendinden sonra gelene yüklerini devrediyor. Taze başlangıç yapma şansına erişen bireylerin toplumda nasıl parladığını gördükçe içim umut doluyor. Fikir ayrılığı yaşamanın toplumu geliştirecek bir unsur olduğunu unuttuk. Tek yaptığımız şey, kendi doğrularımızı başkalarına kabul ettirmeye çalışmak ve bizden farklı olana tahammül edememek. Beni umutlandıran şey, bunun böyle devam edemeyeceğini gören insanların çoğalıyor olması.

Salih: Artık insanların da yavaştan duyarsızlaşmaya başladığını düşünüyorum ve gözlemliyorum. Kanıksama hali bence yaygınlaşmaya başladı. En abuk olaylarda bile artık tepkilerimiz sıradanlaştı ve alışmışlık hissi geldi. Tüm bu yaşananlarla ilgili neredeyse etrafımdaki insanlarla konuşmamaya çalışıyorum. Zaten bence kimsenin takati de kalmadı konuşmaya, dolduk hepimiz. Ben artık başka şeylerden konuşmayı; sanattan, felsefeden, izlediğim bir filmden, okuduğum bir romandan konuşmayı tercih ediyorum. Yeri geldiğinde magazinden konuşmayı bile tercih eder hale geldim. Ne kadar çabalasak da, ne kadar bir sürü şeye destek olmaya çalışsak da bunlar bizim elimizde olan şeyler değil; bizden bağımsız da ilerliyor gün sonunda.

TV’de izlediğimiz dizilerin %80’i yıllardır ilişkiler, evlilikler, imkansız aşklar anlatıyor bize. Bu noktadan düşünürsek İlk ve Son seyirciye bundan farklı ne vaat ediyor?

Özge: İki insan birbirini sevdiği zaman kavuşamamalarını okuruz, izleriz veya dinleriz. Bu hep böyle olmuştur. Televizyon dizilerinin yayın kuralları gereği anlattıkları hikayelerde senaryo yazım aşamasından başlayarak, izleyicinin karşısına çıkana kadar devam eden bir sansür durumu var. Bu baskı, zamanla otosansüre dönüştü. Konusu, türü ne olursa olsun içinde bulunduğum her hikayede önceliğim gerçekçilik. Bu baskı altında gerçekçiliği yansıtabilmek büyük başarı. Ya da bunu yapabileceğiniz hikayeler anlatmayı tercih edebilirsiniz. Televizyon dizilerinde olan biraz da bu. BluTV bu konuda en uygun platform ve projelerin yaratım sürecinden itibaren üzerinizde hiçbir baskı hissetmeden üretmek şahane bir his. Günümüzde bir proje hayata geçerken acaba izleyici bunu sevecek mi diye düşünür herkes; oysa İlk ve Son için aklıma gelen tek soru “acaba bu ilişkiyi izlemeye yüreğiniz dayanacak mi?”

Salih: İlk ve Son, çok gerçek bir hikaye. Herkesin yaşamak isteyip ama yaşamaktan çok korkacağı bir ilişki sunuyor bize. Bu iki kişi, yani Barış ve Deniz, buna cesaret ediyorlar. Dizinin sloganı zaten; “İlkleri unutulmaz, sonları kaçınılmazdı.” Aslında hikayeye dair ipucuyu fazlasıyla veriyor. İlk ve Son, bir kadın ile erkeğin hayatının, dünyaya bakış açılarının, kendilerini ve birbirlerini nasıl gördüklerinin, değişimlerinin ve aşklarının en şeffaf, en gerçekçi anatomisini sunuyor ez cümleyle. İlk ve Son’u aslında ayırıcı kılan en önemli unsur ilişkinin “cicim ayları” diyebileceğimiz dönemin başlangıcını bile toz pembe görmüyoruz. Evet, masalsı bir şekilde görüyoruz, doğru ama onda bile öyle gerçekçi bir bakış söz konusu ki izleyeni kendi ilişkilerine götürüyor. Vaadi çok fazla, tutkusu çok yüksek, düştükleri yer çok karanlık ve kaçınılmaz. Oksijen var, hava var ve nefes alıyorlar; yeri geldiğinde karınlarında kelebekler de uçuşuyor ama biz o kelebeklerin bir günlük ömrüne de şahit oluyoruz.

Türkiye özelinde düşünürsek, burada ilişkiler nasıl yaşanıyor? Nasıl bir önem taşıyor? Biz ilişkilerimizi nereye koyuyoruz?

Özge: Kendimizden kaçmak için ilişki yaşamayı tercih ettiğimiz bir dönem oluyor. Henüz kim olduğumuzu sorgulamaya cesaretimizin yetmediği zamanlarda karşımızdaki insanin ihtiyaçlarıyla, sorunlarıyla, düşünce ve duygularıyla kendimizi yoğurmaya çalışıyoruz. 20li yaşların sona ermesiyle birlikte şanslıysak kendimizi tanimaya ve sevmeye başlıyoruz. Bu süreçte de eğer içinde bulunduğumuz ilişkideki kişiyle karşılıklı bu eylemi başarabiliyorsak zaten birliktelik muhtemelen devam ediyor.

Salih: İlişkiler bence daha özgür yaşanıyor. Belli bir zümrenin “yoz” sıfatı atfettiği şeyler aslında tam da yaşanması gereken şeyler. Her şey kurumsal olmak zorunda değil, her ilişki bizim kalıplarımıza uymak zorunda da değil ve bence yeni nesil tüm bunlarda bizlerden çok daha iyi. Aklını, kalbini, sağduyusunu dinleyerek bir ilişki yaşıyorlar. Eskinin hastalıklı, zorunlu süren ilişkileri bence daha az yaşanacak. İnsanlar artık evlenmekten de, boşanmaktan da korkmuyorlar. Bundan ötürü çok mutluyum. Yaşasınlar gönüllerince… Umarım bu ilişkiler de daha sağlıklı, özgür fikirli nesillerin oluşmasına olanak tanır.

Pandemi dönemi koşullarında setteydiniz, zorladı mı psikolojik ve fiziksel açıdan bu sizi? Son dönemlerde global firmalar, setlerinde olan herkes için aşı zorunluluğu kararları açıklamaya başladı. Sizin görüşleriniz nedir bu konuda?

Özge: Setimizde herkes randevusu geldikçe aşısını oldu. Çok şükür ki herhangi bir sıkıntı yaşamadan setimizi bitirdik. Haftada iki gün testimizi olduk. Pandemiden ziyade bizi zorlayan sıcak havalar oldu. On yıl, dört mevsim çektiğimiz için Salih’le bazen kışlık kıyafetlerin içinde tatlı yarı baygınlıklar yaşadık.

Salih: Tabii ki zorladı; hangimizi zorlamıyor ki? Psikolojik de, fiziksel açıdan da zorladı. Ama sete girdiğinizde bir noktada kaygılarınızı bırakmanız gerekiyor çünkü maskeyle oynayamazsınız en nihayetinde. Önlemlerinizi alıp devam edeceksiniz işinize.

GÜNÜN HABERLERİ

ÖNE ÇIKAN BENZER HABERLER